Atatürk'ün Tarih Dersi

Atatürk

Cumhuriyet öncesi Türk Tarih anlayışı genel olarak dini temeller üzerine inşa edilmiş ve milli tarihten ziyade Ümmet çerçevesinde değerlendirilmiştir. Bu durum, Osmanlı Devleti’nde hukukta ve eğitimde olduğu gibi toplumsal birliğin de oluşmasını zorlaştırmıştır. 1789 Fransız İhtilali’nin yaydığı milliyetçilik düşüncesi, Osmanlı azınlıklarını hareketlendirmesine rağmen, devletin sahibi olan Türklerin bu akıma katılması yüzyıllar almıştır.  Bu dönemde Avrupa devletlerinde milli tarih yaratma çabalarına bağlı olarak arkeolojik çalışmalar artmıştır. Hatta felsefe haline getirdikleri sömürgecilik anlayışıyla Fetih Hakkı kavramını ortaya atarak birçok coğrafyada hak iddia etmişlerdir. Özellikle Anadolu ve Ortadoğu’daki antik kavimleri Hint-Avrupa medeniyetine bağlama çalışmaları hız kazanmıştır.  Bu süreçte Avrupa devletleri arasında tarih araştırmalarına ilgi artmış, ancak Türk tarihinde Hanedan dışı araştırmalar Cumhuriyet dönemine kadar ilgisiz bırakılmıştır.

 

Özellikle 19. yy’da Batı Avrupa’da köken araştırmaları önem kazanmıştır. Almanlar ve Danimarkalılar Asya’da köken aramışlardır. Moğolistan’a kadar olan sahada kendilerince kanıt bulmaya çalışmışlardır. Osmanlı devletinden kazı izni alan Alman arkeologlar araştırma sahalarını genişletmişlerdir. Kendilerini Ari ırktan gösterme yarışıda bu dönemde başlamıştır. 1798’de Mısırı işgal eden Fransa, 167 bilim adamıyla Mısır medeniyetini araştırmaya başlamıştır. Sömürgecilerin mantığına göre; devleti güçlendiren kültür, aynı zamanda yok edildiğinde yıkıma sebep olur. O nedenle eski toplumlara ait malzemelerin Avrupa’ya getirilmesi gerekliydi. Osmanlı devleti ise coğrafyasındaki kültürleri tanımaktan uzaktı.

 

Türkiye Cumhuriyeti kuruluncaya kadar “dinî tarih”, “hanedan tarihi” ve “Avrupalı tarihçilerin gözüyle Türk tarihi” diye adlandırabileceğimiz görüşler vardır. Yirminci yüzyılın ilk yarısına kadar Avrupa tarih yazıcılığı, dünya tarihini batının, yani kapitalist dünya sisteminin merkezinin tarihine indirgeyerek uygarlığın bütün başarılarını Avrupalı beyazlara mal ediyor, diğer ulusları tarihsizleştirerek reddediyor ya da o ulusların tarihlerini Batı ile temasa geçtikten sonra başlatıp, batının evrimini biraz geriden tekrarlayan bir tarihleri olduğunu kabulleniyordu. 17.-18. yüzyıldan itibaren Osmanlı İmparatorluğunun da dahil olduğu coğrafya ile ilgilenen “Oryantalizm” de bu görüş çerçevesinde gelişmişti.[1]

 

Osmanlı döneminde devletin memuru olan vakanüvisler, sadece Nizam-ı Âlemin korunması görüşünü savunuyorlar ve olaya devlet açısından bakıyorlardı. Tuttukları yol, vakaların kaydedilmesi şeklindeydi. Olaylar arasında sebep-sonuç ilişkisi kurulmamıştı. Tarihçiler nakilci, hikâyeci ve tasvirciydiler. Birinci elden kaynaklara dayanmadan, öğretmeye dayalı tarihî eserler yazıyorlardı.[2] Osmanlı tarihçileri, Tanzimat’a kadar dine dayalı bir tarih anlayışı içindeydiler. Türklerin İslâmiyet öncesindeki tarihinden, Türklerin İslâmiyet’in yayılması ve korunmasına yaptıkları hizmetlerden, İslâm medeniyetine katkılarından bahsetmiyorlar, İslâmiyet öncesi devreden bahsederken de İsrailoğulları tarihi, Yahudi kaynakları ve Arap efsanelerinden yararlanıyorlardı. Vakanüvislerde millet tarihinden ziyade ümmet tarihi yazıyorlardı.[3]

 

1832’de Arthur Lumley Davids adlı bir Türkolog, “Türk Dilinin Grameri” adlı eserin önsözünde Türk milleti hakkında bilgiler verir. Bunun Türk aydınları üzerinde geniş etkisi görülür. Ali Suavi, 1869’da Paris’te yayınladığı “Ulum” dergisinde Türklüğü öven bir yazı yayınlar. Aynı yıl Mustafa Celâlettin Paşanın “Eski ve Modern Türkler” adlı Fransızca eseri çıkar. Fransız Leon Cahun, Macar Armenius Vanbery gibi Türkologlar, Türklerin dünya tarihinde önemli bir yere sahip olduklarını, Orta Asya’dan başlayan bir Türk tarihi olduğunu söyleyen eserler yazarlar. Batıdaki bu Türkoloji çalışmaları Ali Suavi, Süleyman Paşa, Ahmet Vefik Paşa ve Şemseddin Sami’yi eski Türk tarihine yöneltir. Onların eski Türk tarihine yönelen çalışmalarında Türk tarihi bir bütün olarak değerlendirilirken, eski oryantalist görüşler de değişmeye başlar.[4]

 

19. Yüzyılın sonlarından Orhun kitabelerinin W. Thomsen tarafından okunması, Osmanlı aydınlarından bazılarını heyecanlandırmıştı. Bu bağlamda, eski Türk tarihi alanında Necip Asım’ın ikdam gazetesindeki “Pek eski Türk yazıtları” adlı makalesi milli tarihi açısından önemli bir adım olmuştur. İttihat ve Terakki üyeleri arasında Türkçülüğün ağır basmasında Türk kitabelerinin bulunması da etkilidir. Mustafa Kemal’in rüştiye ve idadide Türkçülük görüşüne sahip olan öğretmenlerden ders alması, milli düşünce yapısını kazanmasını sağlamıştır. Manastır Askerî İdadisinde Tarih öğretmeni Kolağası Mehmet Tevfik Bey (Bilge), Mustafa Kemal’in Tarih’e olan merakını güçlendirmiştir. Atatürk bu okulu ikincilikle bitirir. Mehmet Tevfik Bey Bilge, Türk Tarih Kurumu üyeliği de yapmıştır. Manastır Vilayet Tarihçesi, Osmanlı Tarihi, Cihan Tarihinde Türkler ve Meziyetleri adlı eserleri vardır.

 

II. Meşrutiyet ve Balkan savaşlarından sonra Türk aydınları arasında “millî bilinç” başlar. Milliyetçilik akımının etkisiyle Türk aydınlarından bazıları Türklerin Osmanlılar ve İslâm tarihinde oynadıkları rollerin belirtilmesini ve Türk tarihinin kaynaklarına inilmesini gerekli görürler. Ziya Gökalp, Türk tarihçiliğinin alanını zaman ve mekân bakımından genişletmek amacıyla çalışmalar yapar.[5] Yine bu dönemde yabancı tarihçilerin maksatlı olarak ortaya attıkları Türk insanı, tarihi, coğrafyası ve kültürü hakkında gerçeğe uymayan pek çok iddialar ve iftiralar, Türkler arasında da gerçek gibi kabul görmeye, yeni yazılan tarih kitaplarında yer almaya başlar.[6]  Türkler, Osmanlı millet sistemi içinde adı bile geçmeyen değersiz ve kimsesiz bir topluluk olarak bir kenara bırakılmış gözükmektedir. Osmanlı milli bir devletten ziyade hanedana dayalı bir imparatorluktu. Sultanların ve hanedanın Türk ataları ile bağlantısı yüzyıllar önce kesilmişti.  Mustafa Kemal Paşa böyle bir atmosfer içinde yetişmişti. Onun doğup büyüdüğü topraklar Türklük şuurunu yaşatan kitlelerden oluşuyordu.

 

Atatürk son yıllarda Türk milletinin geçirdiği badireler sonucunda oluşan kendine güvensizlik duygusunun ortadan kaldırılması gerektiğini düşünüyordu. Milli tarih şuurunun canlandırılması gerektiğini, “Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça yapacağı işlerde kuvvet bulacaktır” diyerek açıkça ifade etmiştir.  Atatürk ilmi esaslara göre Türk tarihinin araştırılması ve ortaya çıkan sonuçların öğretilmesi çalışmalarını bizzat başlatmıştır.  Atatürk bu çalışmalarda üç noktaya yönelmiştir; birincisi Türk ve Dünya tarihi eski ve yanlış ideolojik yaklaşımlardan kurtarmak, ikincisi dünya medeniyetine Türklerin katkılarını ortaya çıkartmak, üçüncüsü ise Türk tarihini ilmi metotlarla modern orijinal bir tarih haline getirmektir. [7]

 

 Atatürk dönemi tarih eğitimi, büyük ölçüde birinci evre olan “Türk Tarih Tezi Öncesi” dönemde somutlaşmıştır. Bu evre yeni devletin siyasal, hukuksal ve kurumsal yapısının oluşturulmaya çalışıldığı bir süreç olduğu için henüz kültürel ve toplumsal reformlara geçilememiştir. Tüm enerji devletin kurumsal yapısının oluşturulmasına verildiğinden henüz tarih eğitiminin köklü bir biçimde yeniden düzenlenmesi üzerinde yoğunlaşamamıştır. Genel olarak eğitim alanında yapılan düzenlemelerle, ümmetten ulusa geçişin sağlanması amaçlanırken, uluslaşmanın temel dayanakları tarih eğitimi yoluyla ulusal kültürün aktarılması biçiminde oluşturulmaya çalışılmıştır.[8] Cumhuriyet öncesi bastırılmış Tarih şuuru ve milli duygular, milli mücadelenin verdiği bağımsızlık ruhu ile bütünleşmiş, küllenen Türk tarihini gün yüzüne çıkartmayı zorunlu hale getirmiştir. Ünlü Fransız tarihçi Fernand Braudel tarihi yalnızca insanların yapmadığını tarihinde insanları biçimlendirdiğini sık sık yenilemiştir.

 

Cumhuriyet’in ilan edilmesi ile birlikte devletin okullarında verilen eğitimin, belirlenmiş olan yeni hedeflerle uyumlu hale getirilmesi için eğitim sisteminin ve programlarının yeniden oluşturulması bir zorunluluk halini almıştır. Ancak eğitim alanında daha önceden başlatılan çalışmalar sonuçlanmadığı için, eğitim faaliyetleri Cumhuriyet’in ilk yıllarında eski haliyle sürdürülmüştür. Eğitim sistemini yeni devlet düzenine uydurmak için gerekli olan değişiklikleri yapmak amacıyla TBMM Hükûmeti Maârif Vekâleti, 15 Temmuz- 15 Ağustos 1923 tarihlerinde Cumhuriyet’in ilanından kısa bir süre önce, eğitim işlerini bütün boyutlarıyla değerlendiren ilk ciddi çalışma olan I. Heyet-i İlmiyeyi toplamıştır.[9]

 

Mustafa Kemal’in tarihe olan ilgisi onun kendi ifadesine göre, okul yıllarına kadar uzanır.  Çanakkale cephesinde üstlendiği görevleri içeren “Arıburnu Muharebeleri Raporu” adlı eserinin ilk kelimesi tarihtir. O eserini gelecek kuşaklara doğru bilgi aktarmak için kaleme aldığını belirtmiştir.  Yaptığı inkılâpları halka ve meclise anlatmak için sık sık tarihin tanıklığına başvurmuş ve bu sayede  muhaliflerini iknâ etmiştir. Tarihe olan ilgisi ve verdiği değer kendisine fahri profesörlük verileceği zaman somut olarak ortaya çıkmıştır. İstanbul  Darülfünunu Edebiyat Medresesi Müderrisler Meclisinin kararı ile kendisine 1923’te Fahrî Edebiyat Profesörlüğü takdim edileceği zaman, edebiyattan ziyade tarihle daha çok ilgilendiğini belirterek profesörlük beratının tarihe ait olmasını istemiştir.[10]

 

Cumhuriyet döneminin ilk programı olan 1924’teki ilk mektepler müfredat programında saltanat, Osmanlı hanedanı,  hilafet ile ilgili konular program ve ders kitaplarından çıkartılmış, yerine Türk Kurtuluş Savaşı tarihi Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kuruluşu, Sevr ve Lozan anlaşmaları cumhuriyetin ilanı, hilafetin kaldırılması gibi konular eklenmiştir.

 

Cumhuriyet döneminde müfredat programlarından en önemli değişimin 23 Nisan 1924’teki II. Heyeti ilmiye toplantısında yapılmıştır. Bu toplantılarda Milli Eğitimin yanı sıra Tarih müfredatları konusunda da önemli kararlar alınmıştır. Müfredata Türk medeniyet tarihi ve Ecnebi medeniyeti tarihi dersleri eklenmiştir.  Böylece Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş sürecinin tarihi de okullarda okutulan tarih derslerinin bir parçası haline gelirken imparatorluk döneminden kalma anlam ve geçerliliğini yitirmiş konular ile birlikte verilişlerindeki amaçlarda tasfiye edilmiştir. Programda Tarih dersine 3. Sınıfta 1 saat, 4. ve 5. sınıflarda 2 saatlik bir zaman ayrılmıştır.[11]

 

 1927’de yapılan müfredat değişikliği ile 1, 2 ve 3. Sınıflar toplu öğretime geçilerek Hayat Bilgisi dersi eklenmiştir.  Ayrıca çocuklar Türk milletinin mazisi hakkında bilgilendirilerek milli bilinci oluşturmak, büyük şahsiyetlerin ve tarihsel kişilerin hayatlarını örnek göstererek rol model olmaları hedeflenmiştir.  Müfredat değişikliği sadece ilköğretim ile sınırlı kalmamış, ortaöğretimde düzenlenmiştir. Lise 1 ve 2. Sınıflarda 2 saat, 3. sınıflarda 3 saat, fen şubelerinde 2 saat, sosyal şubelerde ise 3 saat okunması kararlaştırılmıştır.[12]

 

 Lise mezunları devlet bürokrasisi içinde çeşitli görevlere atandıkları için tarih derslerinde Avrupa ve Dünya tarihinde yaşanan çağın sorunlarının tarihsel temellerini kavranmasına yardımcı olduğu düşüncesiyle özel bir önem verilmiştir. Liselerin son sınıf dersleri tamamen Asrı Hazır tarihine ayrılmıştır. 1927 programını dikkat çeken diğer bir yönüde liselerin 1. Devresinde Gazi Mustafa Kemal başlığı ile Atatürk'ün ilk defa tarih programlarına bir konu olarak girmiş olmasıdır.[13]

 

1931-1938 yılları arasında tarih eğitiminde açısından önemli gelişmeler yaşandı.  Atatürk ilmi esaslara göre Türk tarihinin araştırılmasını ve ortaya çıkan sonuçların öğretilmesinin çalışmalarını bizzat başlatmıştır. Atatürk’ün bu çalışmaları üç noktaya yönetilmiştir; birincisi Türk ve dünya tarihinin eski yanlış ideolojilerinin yaklaşımlardan kurtarmak, ikincisi dünya medeniyetine Türk medeniyetinin yapmış olduğu katkıları ortaya çıkarmak, üçüncüsü ise Türk tarihini ilmi metotlar ile modern ve orijinal bir tarih haline getirmektir.[14] Atatürk’ün Türk tarih tezinde araştırılmasını işaret ettiği hususlar şunlardır;

 

·     Türkler brakisefal ve beyaz ırktandır.  Beyaz ırkın ana yurdu ise Orta Asya’dır.

·     Türkiye’nin en eski halkı kimlerdir? Burada ilk medeniyet kimler tarafından kurulmuştur?

·     Türklerin İslam tarihi ve medeniyetine katkıları nelerdir?

·     Osmanlı Devleti’nin kuruluşu ile ilgili iddialar araştırılıp ortaya çıkarılmalıdır.

Bu konularda ilmi metotlarla araştırma yapmak, araştırmaları organize etmek üzere Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti kurulmuştur.  23 Nisan 1930'da toplanan Türk Ocaklarının 6. kurultayında Türk tarihini araştırmak amacıyla bir heyet kurulmuştur.[15] 15 Nisan 1931'de ise 3 Ekim 1935'te Türk Tarih Kurumu adını alacak olan bu kurum,  Atatürk'ün Türk Tarih tezinin de işaret ettiği konular araştırma görevi verilmiştir.

 

 2-11 Temmuz 1932'de tarih araştırmalarında ve öğretiminde takip edilecek metotların tartışıldığı I. Türk Tarih kongresi yapılmıştır.  Kongrenin açılış konuşmasını maarif vekili Esat Bey yapmış, tarih öğretiminin amaçları üstünde durmuştur. Kongre’de Afet İnan Tarihten Evvel ve Tarih Fecriati başlıklı bir konuşma yapmıştır. Bu konuşmada okullarda okutulan 4 ciltlik tarih kitabının 1. Ciltteki konular üzerinde durulmuştur.

 

 Türk Tarihi Tetkik Cemiyetinin umumi katibi Dr. Reşit Galip Bey yaptığı konuşmada milli tarihin son yıllara kadar ihmal edildiği ve Türklerin dünya medeniyetine büyük katkı sağladığından bahsetmiştir. Tarih metodolojisi ve tarih öğretimi açısından Sadri Maksudi Bey’in yapmış olduğu konuşmada tarih telakkileri üzerine tek tek durulmuş ve bugüne kadar muhtelif müteferrik ve sosyologlar tarafından beşeriyetin içtimayı hayatında ve tarihin çarşafında mümessili oldukları ileri sürülmüş amiller şöyle sıralanmıştır. Fiziki, Coğrafi,  Ruhi, İktisadi, büyük idareler,  büyük şahsiyetler Halk ve Fütuhat-ı gibi amiller…[16]

 

Türk Tarih kongresinde Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti Başkanı Yusuf Akçura bir konuşma yapmıştır. 1. Meşrutiyet döneminde tarih öğretmek ciddi eksikliklerin ve sıkıntıların olduğunu belirttikten sonra, II Meşrutiyet ile okullarda serbestçe okuma imkanı da olduğunu ifade etmiştir.[17] Atatürk'ün direktifleriyle okullarda okutulmak üzere 4 ciltlik bir ders kitabı yazılmıştı. Söz konusu ders kitabı 1932 yılından itibaren okullara dağıtılmış baskısı bittikçe yeni gelişmeler de ilave edilerek tekrar basılmıştır.  Kurum bu dönem içerisinde İsmail Hakkı Uzunçarşılı’nın Anadolu Beylikleri adlı kitabına bazı kaza raporlarını, Piri Reis’in Kitab-ı Bahriye ve haritasını basmış, 1937’den itibaren ise adına bizzat Atatürk'ün koyduğu Belleten yayın hayatına başlamıştır.

 

Türk Tarih Kurumunun ilk başkanı Tevfik Bıyıklıoğlu’dur. Belleten, Türk Tarih Kurumu tarafından, Ocak 1937'den bu yana dört ayda bir Türkçe olarak yayımlanmakta olan, dil ve tarih konulu makalelere yer veren bir dergidir. Dergi, 1910'da yayınlanmaya başlayan Tarih-i Osmani Encümeni mecmuasının devamıdır. 1931'de 101. sayısından sonra Türk Tarih Encümeni Mecmuası olarak adı değişen dergi, 1937'de Mustafa Kemal Atatürk tarafından Belleten adı verilmiştir. Atatürk’ün ismini koyduğu ve Afet İnana söylemiyle Atatürk’ün ölmeden önce okuduğu son eser Belleten’dir. Türkiye'nin en eski dergilerden biri olan Belleten, Latin alfabesi ile yayınlanan ilk tarih dergisidir. Ayrıca TTK’nin Belgeler ve Höyük adlı dergileri de bulunmaktadır.

 

Türk Tarih Kurumu 15-17 Eylül 2014'e kadar 17 kongre düzenlemiştir.  16 kongreye kadar olanlar 48 cilt halinde basılmıştır. Türk tarihçiliği gelişimini ve günümüze gelmesine büyük katkıları bulunan bilim insanları arasında modern Türk tarihinin kurucusu olarak gösterilen Mehmet Fuat Köprülü ile bu ekolü takip eden Ömer Lütfi Barkan, İsmail Hakkı Uzunçarşılıyı,  Mehmet Altay Köymen, Zeki Velidi Togan, İbrahim Kafesoğlu ve Halil İnalcık’ı da belirtmek gerekir.  Türk tarihçiliğinin gelişmesinde batılı tarihçilerin de katkıları bulunmaktadır. Bunlar arasında Bernard Lewis’in Modern Türkiye'nin Doğusu adlı eseri batı dünyasında Türkiye'yi tanımada oryantalizmin dışında farklı bir yaklaşım sunmuştur.

 

Tarihi çalışmalar bilimsel alanda devam ederken sanat alanında da yeni tarih anlayışı sürdürülmüştür.  1923-1950 yılları arasında 38 adet tiyatro eseri yazılmıştır tiyatro eserlerinden 19'u İslamiyet öncesi, 19’u ise Osmanlı dönemi ile ilgilidir. Özellikle 1932'den sonra Atatürk'ün yeni tarih görüşünün etkisi ile de eski Türk tarihine yön veren tiyatro eserlerinin sayısı artış göstermiştir. 1932'de Mete,  Akın,  Özyurt,  1933'te Çoban,  1934'te Özsoy,  Sümer ülkeleri,  Atilla’nın doğumu 1935'te Atilla, Ergenekon,  Timurhan ve Hakan yazılan önemli tiyatro eserlerindendir.[18]

 

20 25 Eylül 1937 arasında Dolmabahçe Sarayı’nda yapılan 2. Kongre uluslararası nitelik kazanan yabancı bilim adamları da bu kongreye katılmıştır. Kongre, Türk tarihinin belgelerle açıklanması amacı gütmüştür. Ayrıca, Kongre dolayısıyla, tarih öncesinden Cumhuriyet dönemine dek yurdumuzda ve Ortadoğu’da gelişen büyük uygarlıkları, maketler, mülajlar, resimler ve grafiklerle canlandıran bir sergi düzenlenmiş ve bu sergi Atamızın ölümüne dek Dolmabahçe’de kalmıştır. Eski ve yeni dizilerde başlangıçtan bu yana, dergiler dâhil toplam 1400’e yakın eser yayımlanmıştır. 1937 yılından bu yana yayımlanan Belleten dergisinin Aralık 2017 sonu itibariyle 292. sayısı çıkmıştır. Belgeler dergisinin ise 38. sayısı basılmıştır. İlk kez yayınlanan Tarih Yıllığı ise Türk Tarih Kurumu – Kırkambar 2013 adıyla 2 cilt olarak basılmıştır. Dergi yayıncılığı açısından bir önemli gelişme de 1988 yılında tek sayı çıkartılıp sürdürülmeyen Höyük dergisinin yeniden yayınlanmaya başlamasıdır. Arkeoloji, sanat tarihi vb. yazılarının değerlendirileceği ve yılda iki kez yayınlanacak olan Höyük’ ün 7 sayısı 2014’de çıkartılmıştır.

 

TTK’ye bağlı olarak Türkiye’de kazı çalışmaları yapılan ilk yer Alacahöyük’tür. Türklerin dünya tarihindeki gerçek yerleri ve Uygarlık dünyasındaki rolleriydi. Atatürk, bu amaçla Wells’in Dünya Tarihi kitabı ile ilgilenmiş ve tercüme ettirmiştir. Atatürk’ün direktifleriyle 22 Ağustos 1935’te Kurum’un kendi parası ve kendi elemanlarıyla başlattığı ilk kazı olan “Alacahöyük Kazısından” ayrı olarak Trakya ve Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde arkeolojik araştırmalar sürdürülmüştür. Bu kazılardan çıkan eserler pek çok müzemizi süslemektedir. Bugün her yıl yaklaşık 40-50 kazıya maddî destek verilmektedir. Bununla birlikte Türk Tarih Kurumu, amaçları doğrultusunda Türk tarihinin pek çok meselesine ışık tutmak maksadıyla hazırlanan projeleri de desteklemektedir. [19]

 

Sonuç

Milli sınırları hedefleyerek kurulan Türkiye Cumhuriyeti, ilk yıllarında halkın büyük bir kısmında milli bir düşünce yapısı yoktu. Osmanlı Devletinde milli düşünceden ziyade Ümmet anlayışı hâkimdir. Yeni Türk Devleti üniter devleti gerçekleştirmek için tarih bilimine ihtiyaç duymuştur. Avrupa’da Yeniçağ sonlarında dünyadaki insanlar ileri ve geri zekâlı olarak çeşitli tarz ve tasniflere tabi tutulmuştur. Bu dönemde Avrupalılar Türkleri aşağı ırk olarak nitelendirilmişlerdi. Batılı tarihçilerin iddialarını çürütecek milli bir tarih araştırması ve arkeolojik çalışma gerekmekteydi. Atatürk Türk ırkının mensup olduğu grubun tespit etmek için Afet İnan’ı görevlendirmişti.  1937’de Afet İnan tarafından bu konuda bugüne kadar yapılmış en geniş kapsamda kafa ölçümü yapılarak Türk ırkının beyaz ırka mensup olduğu kanıtlanmıştır. Türk tarihi belgelere dayalı olarak tarih metodolojisinin ilkeleri çerçevesinde araştırarak yapılan çalışmaları desteklemek, sonuçları yayınlamak gibi amaçlarla Türk Tarih kurumu kurulmuştur.  İlmi metotlarla yapılan araştırmalarda ortaya çıkan sonuçları değerlendirmek eksiklikleri tespit etmek için tarih kongreleri yapılmıştır.

 

[1] Cahen, C. (1992). Türklerin Anadolu’ya İlk Girişi (XI. Yüzyılın İkinci Yarısı), Çev. Yücel, Y.,Yediyıldız, B.,Ankara, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yayınları, XXV. Dizi, 41 Cumhuriyetin 75. Yılı, 1923-1953, C.I., (1998). İstanbul, Yapı Kredi Yayınları, s. 124-125

[2] Unat, F. R. (1991). Yusuf Akçura ve Tarih Öğretimi, Atatürk Konferansları II (1964-1968), Ankara s 42

[3] Kütükoğlu, B. (1997). Vekâyinüvis, İslâm Ansiklopedisi, C:XIII, Eskişehir, MEB. Devlet Kitapları s 271

[4] Buttanrı, Müzeyyen, Osmangazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 3 sayı 2 (2002) s 38

[5] Feyzioğlu, T. (1986). Atatürk ve Fikir Hayatı, Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi II (Atatürkçü Düşünce Sistemi Temelleri), Ankara, Yükseköğretim Kurulu Yayınları, s 176

[6] Süslü, A. (1998). Atatürk ve Tarih, Atatürkçü Düşünce El Kitabı, Ankara, Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi, s 133-154

[7] Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, cilt 11, Ankara 1972, s 103

[8] ARSLAN, Erdal, Atatürk Döneminde Tarih Eğitimi- I: “Türk Tarih Tezi” Öncesi Dönem (1923-1931), Eğitim ve Bilim 2012, Cilt 37, Sayı 164, s 336

[9] Sakaoğlu, N. (1992). Cumhuriyet Dönemi Eğitim Tarihi, İstanbul: İletişim Yayınları, s 18

[10] Şemsettin Günaltay, “Atatürk’ün Tarihçiliği ve Fahrî Profesörlüğü Hakkında Bir Hatıra”, Belleten, C.III, S.10, Ankara 1939, s.273-274.

[11] Arslan, Erdal, a.g.m, s 336

[12] Maarif Vekaleti, (1340), Lise Birinci Devre Müfredat Programı, İstanbul, Matba-i Amire, s 70

[13] Arslan, Erdal, a.g.m, s 343-344

[14] SÜSLÜ, Aziz, Atatürk ve Tarih, Atatürkçü Düşünce El Kitabı, Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, Ankara 1998, s 145

[15] İnan, Afet, Tarihten Evvel Tarih Fecrinde, I. Türk Tarih Kongresi, s 40

[16] Sadri Maksudi, Tarihin Amilleri, I. Türk Tarih Kurultayı, s 364

[17] AKÇURA, Yusuf, Tarih Yazmak ve Tarih Okutmak Usulune dair, I. Türk Tarih Kongresi, s 578

[18] Buttanrı, Müzeyyen, Osmangazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 3 sayı 2 (2002) s 34

[19] Ttk.gov.tr / Türk Tarih Kongreleri tarihçe

Dr. Fatih Aygören , 14-02-2020 tarihinde yazdı.